30 Haziran 2012 Cumartesi

aslı gibidir

 before sunrise ve before sunset filmlerini benim gibi çok beğendi iseniz  bu 3.şehir-diyalog-ilişki filmini de çok beğeneceksiniz. kahramanlar şehir turu atarken ayrı keyif alıyorsunuz diyaloglarla ayrı. viyana paris filmleri idi onlar bu ise toscana filmi.

filmde dolu cümle var aklımda kalmalı diye zihnime not ettiğim.bunlardan en önemlisi kadın karekterin kız kardeşini anlatırken ki sahnelerde geçti. kız kardeşin hayat felsefesi ve hayatı yaşama biçimini dinlerken çok keyif aldım.mesela kızkardeş orjinal değil taklit takılar takmaktan hoşlanırmış. zira taklitler çizilse ya da zarar görse orjinaline üzüldüğü kadar üzülmeyecekmiş.zaten film de bu tema ile ilerliyor.

 "iyi bir kopya orjinalinden daha güzeldir" mottosu ile başlayıp bu kopya ve orjinalliği ilişkilere tüm hayata indirgiyor nerede ise ve "önemli olan eşya değil bakıştır" diyor. tekrar kızkardeşe döneceğim burada zira  o kız kardeş hayatı "basit yaşamaya çalışırken kadın kahramanımız ise "biz solucan değiliz hayatı basit yaşamamalıyız" diyor sinirle :)

 kız kardeşinin hayatı boyunca kimseyi ikna etmeye çalışmadığını söylediğinde kız kardeş daha da sempatikleşiyor gözümde. düşünsenize  hayatımızda kimseyi ikna etmeye çabalamasak hayatımızın  nasıl olabileceğini!

çok karıştı sanki tamam şurdan devam edeceğim;



Miller, İngiliz yazar. Kitabının tanıtımını yapmak için gittiği Toscana’da Fransız asıllı bir kadın olan Elle ile tanışıp şehri geziyor.  Miller’ın yazdığı kitap, kopya sanat eserlerinin orijinalinden daha kıymetli olabileceği üzerine yazılmış bir kitap. Film de aslında bu olgu üzerinden ilerliyor. Miller ve Elle yaptıkları gezinti sırasında birden karı-koca oyunu oynamaya başlıyor.

filmde esas adam esas kadına diyor ki kızkardeşin hayatını basit yaşamak istiyorsa sen onu yargılamamalısın ve onu eleştirmek yerine kutlamalısın:) zira yazara göre basit olmak zor.o diyor ki " hiç bir şey basit olmaktan daha güç değildir!" sonra bir fıkra anlatıyor

"kazazede ıssız adaya düşmüş..yürümekten yorulup kuma oturmuş. kumu eşelerken lamba çıkmış ortaya. lambayı eline aldığında cin belirmiş, 3 dileğini de gerçekleştirebileceğini söylemiş. adam yorgun ve susuz olduğundan buz gibi coca-cola istemiş. demiş ki; öyle bir coca-cola olsun ki içtiğim halde bitmesin.bitmeyen cola istiyorum. cin gerçekten de buz gibi soğuk colayı adama sunmuş adam colayı bitirir bitirmez yeniden cola dolmuş şişeye. cin iyi düşün 2 dilek hakkın daha var demiş adama ve adam iki coca-cola daha istiyorum demiş."

fıkranın meali adamın hayatı o kadar basit ki bir şişe coca- cola bile onu mutlu etmeye yetiyor. 



ayrıca filmde kahve içmeye gittikleri yerde mekan sahibi bilge kadınla Elle'nin sohbeti tekrar tekrar izlenecek sahnelerden.

elle: sizce her şeyin bir ölçüsü yok mudur?
kafe sahibi kadın: evet doğru ideali o. ama ideal diye bir şey yoktur!



gezinti boyunca karı-koca oyunu oynanınca tipik karı-koca tartışmaları da yaşanıyor elbette. bu oyuna öyle kaptırıyorlar ki kendilerini acaba cidden evli mi bunlar diyorsunuz.ilişkilerde hep aynı yaşanan kadın rahatsızlıkları da tatlı tatlı kaynıyor filmin içinde onlar gerilim yaşarken. mesela kadın

-en son ne zaman birlikte kahvaltı yaptık?diye 
sitem edince erkek;
-en son ne zaman bi kahvaltıda güldün diyor:)
kadın susmayıp  dozu da arttırarak sitemlere devam edince erkek bilinen klişe ile masadan kalkıyor diyor ki;

"dün gece için özür dilerim. önceki sabah için de. geçen sene için de özür dilerim. 15 sene önce için de özür diliyorum. dolayısıyla varlığım için özür diliyorum.." 

en çok güldüğüm sahne bu oldu adam özür diledikçe kıkırdayıp durdum.

kısaca izlemekten keyif aldığım bi film oldu. filmi anlatma biçimimle okuyanın izleme zevkinizi bozduğumun farkındayım:)  evet detay çok verdim. hatta son bir cümle de ekleyeceğim ki tam olsun:)


"birbirimizin zayıflıklarına karşı daha hoşgörülü olsak daha az yalnız kalırdık"

ama durun durun bitmedi başka güzel bi şeyi yazamdan kapatmam bu sayfayı.filmin gezinti sahnelerinde sürekli gelin damat foto çektirmeleri falan görülüyor.ve cin oğlu ile başı hayli dertte olan hatta zaman zaman çileden çıkan elle o gülerek foto çektiren gelinle damadın önünden geçerken diyor ki;

-insanlar ilerde çocukları olduğunda neler neler yaşayabileceklerini bugünden görebilseler düğün 
fotolarında  böyle SALAK SALAK gülmezlerdi. :)


22 Haziran 2012 Cuma

her şey aydınlandı (everything is illuminated)

türkçe adı bu filmin.yol filmi. lokum gibi..hani biz hep gördük ki ekmek yere düşünce yerden alınır öpülür nimettir.filmde herhangi bir kitap yerine düştüğünde yemek kitabı bile olsa çocuk kitabı da olsa yerden aldığında öpen insandan söz eden film! ne dehşet değil mi? ne güzel! kitabı benim gibi kutsal görenler çok etkilenecekler o sahneden.
sonra bir patates sahnesi var gülmekten altınıza yaparsınız.




saf diyalogları sağlam oyunculukları ile ve günebakan çiçekleri ile müzikleri ile aklınızda kalacak bir film.


beni etkileyen diyaloglar;
 *****
 Kütüphanenin önünde, bütün gün orada otururdu.Köydeki herkesten daha

çok kitap alırdı.ama okumayı bilmiyordu bile.Kitaplar hakkında düşünmeyi
sevdiğini söylerdi.Okumadan onlar hakkında düşünmeyi. Hep kolunun altında bir kitapla gezerdi.


*****

Babam bize yere değen
her kitabı öptürürdü.Yemek kitaplarını. Çocuk kitaplarını,
oyunları, hatta günlükleri.








*****

- Vale?
+Bilirsin işte, arabanı park eden adam.
-Neden arabanızı kendiniz park etmiyorsunuz?


*****
-Amerika'da birinci sınıf bir muhasebeci ne kadar kazanıyor?
+Bilmiyorum. Muhtemelen o kadın ya da adam işinde iyiyse çok kazanır.
-Kadın mı?
+Ya da adam.
-Zenci muhasebeciler de var mı?
+Evet, Afro-Amerikalı muhasebeciler de var...
- Eşcinsel muhasebeciler var mı?
+Eşcinsel her şey var.Eşcinsel çöpçüler bile var.
-Bir zenci eşcinsel muhasebeci ne kadar kazanır?


*****



----------
Tam adım, Alexander Perchov. Ama tüm arkadaşlarım bana Alex der çünkü bu, tam adımın söylemesi daha kısa halidir. Annem bana ‘Alexi-delirtme-beni!’ der çünkü hep delirtirim onu. Onu neden delirttiğimi merak ediyorsanız söyleyeyim: çünkü sürekli arkadaşlarımla bir yerlerdeyimdir ve feci nakit saçıyorumdur ve bir anneyi delirtecek daha bir sürü şey yapıyorumdur. Babam, yazın bile kafamdan çıkarmadığım kürk yüzünden bana Şapka derdi. Bunu kesti çünkü ona, bana böyle demeyi kesmesini emrettim. Kulağıma çocukça geliyordu ve ben kendimi daima çok iktidarlı ve üretken bir erkek gibi görmüşümdür. Çok, çok kızım var benim, inanın ve hepsi beni başka isimle çağırır. Bir tanesi bana Bebeğim der; bebek olduğumdan değil, bana baktığı için. Bir diğeri bana Gece Boyu der.
Neden böyle diyor, söyleyeyim mi?
-------------
                                                       jonathan safran foer/ her şey aydınlandı

18 Haziran 2012 Pazartesi

savcı esra__ölüyorum




hayatımda ilk defa bir türk dizisi sezon finalini merakla bekledim  desem abartmış olmam.üstelik katılmak zorunda olduğum düğün yemeğinden mezesinden içkisinden kalkıp koşa koşa eve geldiğim ilk dizi oldu.(ilk 10 dakikasını kaçırdım yine de) üstelik 30.bölümde keşfettim diziyi. o kadar uzağım türk dizilerinden. bunu belgesel izlerim ya da televizyonu açmam ben diyen sahtekar ağzıyla söylemediğimi bilen bilir. insanlar artık izledikleri ya da  izlemedikleri ile entel kültürlü seçkin  olmadıkları gibi diplomaları ya da kartvizitleri ile adam olmuyorlar. hepimiz şerbetlendik bu konularda.ortalık uzman her şeyi bilir insanlardan ahkamlardan geçilmiyor. neyse konumuza dönersem  behzat ç çok başka bir dizi gerçekten de. ekşiye 15 entry girmişim dizi ile ilgili gerisini siz düşünün artık. ne kadar sevdiğim anlamında yani. belki ayrıca anlatırım dizi neden çok iyi çok farklı.bana bu yazıyı yazdıran  esra nın ölmesi idi.
bana bir arkadaşım demişti ki "savcı esra aynı sen"
















bir çok açıdan benzetmiştim kendimi ama bunu beni tanıyan bir arkadaşımdan duymak hoşuma gitmişti. 


ve esra vurulduğunda ve o hiç yanılmayan akbaba ölmüş işaretini verdiğinde tepeden tırnağa ürperdim. dizi de olsa o an insan etkileniyor evet.yok yok mevlüt okutmayacağım :) 


'




dip not : canan ergüder  savcı esra'yı  şöyle anlatmış:(http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/17911550.asp?gid=383)
     
“Esra erkekler için ideal bir formülün temsilcisi. Erkeğini sever, bekler, ne olursa olsun onun arkasında durur. Fazla kıskanç değildir. Durduk yere dırdır yapmaz. Güçlüdür, kolay kırılmaz. Yerine göre ciddi olmasını da bilir, rakı içmesini de. Hiç cıvımaz. Cıvısa bile şekerdir. Bir erkek ondan hem çekinir hem de onunla eğlenebilir. Kısacası, erkek için hayatı kolaylaştıran bir kadın Esra.”


6 Haziran 2012 Çarşamba

zeki demirkubuz







zeki demirkubuz ankara'ya geldi. önce yeraltı filmini izledik. ardından ekşi sözlük yazarları ile birlikte söyleşi yaptık.3 saat sürdü  çok keyifli idi. ve kendini daha çok sevdirdi. sevdirdi zira uzun senelerdir bu işi yapmasına rağmen heyecanlı idi. o heyecan yaptığı işe tutkusunun heyecanı idi.kişisel değildi. o heyecan masumdu. kirlenmemişti. 

daha çok sevdirdi zira tek tek özenle yanıtladı soruları. espri yapayım diye kasmayan kendi eğlenmek için espri yapan adamlardandı o. gözleri değişiyordu espri yaptığında ya da iç dökmelerinde. kömür gibi göz bebekleri inanılmaz bir siyah ışıkla doluyordu. sahiciliği daha çok sevdirdi tam da bu yüzden. karşınızda o hep karanlık gibi görünen filmlerin tüneli değil de ışığı gibi idi gözleri.






konudan konuya geçişleri rakının yanında çay içmek gibi keyifli idi. ağzı hep kuru gibi konuşurken hiç su içmeden sadece kahve içmesi de filmlerde nedeni değil nedensizlikleri araması gibiydi. zıtlıklar üzerine yaptığı konuşmalar kendini tekrar eder gibi duracak iken kendini yeniden yaratan konular gibiydi.

zeki demirkubuz sürekli kendini kazıyan biri gibi. bildiğiniz kazı-kazanlar var ya hani onun gibi.kendinden ne çıkacağını kendisi de merak eden biri. kazıyacak görecek ve bize gösterecek.