24 Şubat 2016 Çarşamba

boyhood





richard linklater yine yapmış yapacağını. bayılıyorum bu adamın filmlerine. bu defa kızını da oynatmış filminde. yönetmen bir babanın kızına en iyi armağanı bu olsa gerek..(12 yıl boyunca fiziksel değişimini daha iyi nasıl görebilirdi) 
film, on iki yıl boyunca aynı oyuncularla bir ‘büyüme’ hikayesini anlatıyor.. film bir yere bağlanmıyor senaryo yok gibi, hikaye  sadece akıyor. zaman akıyor insanlar yaş alıyor. siz de bu uzun filmi, kaydıraktan kayar gibi
değil de trenle gider gibi izliyorsunuz. acelesi olmayan tren bu. sakin.  ön planda mason isminde bir çocuğun üniversite çağına gelinceye kadar yaşadıkları olsa da annesi babası kızkardeşi üvey babaları ile hikayesini ve  gelişimini dönüşümleri izliyoruz. anne babanın adını film boyunca
öğrenemiyoruz. anne ve baba olarak oturmuş hikayeye. hep hesap kitap, taşınma ve aile kurma derdi olan anne. baba ise eğlence adamı.hayatı akışına
bırakan biri.
 anne hayatı istediği gibi akıtmak için azmiyle betonu deliyor adeta :)  filmin bir yerinde mason ile anne arasında şöyle bir konuşma geçiyor :) 


– anne, babam hâlâ alaska’da mı?
+ amcan öyle diyor.
– kutup ayılarını filan evcilleştiriyordur.
+ evet, umarım ayılar da onu evcilleştiriyordur.
mason’un hikayesinde zaman ilerledikçe müzikler de, amerika’daki siyasi aktörlerde, teknolojinin olanakları da değişiyor. ırak savaşı, lady gaga’nın yeni klibi veya facebook’un alışkanlık haline gelmesi gibi günlük hayatı etkileyen unsurlar titizlikle serpiştiriliyor filme.
neticede hayat akıyor ve insanlar hem fiziksel hem hayatta duruş anlamında   nasıl değişiyor görüyorsunuz. baba değişiyor olgunlaşıyor. kızkardeş samantha değişiyor. büyüdükçe pasifleşiyor.

kısaca hayat dolu bir film :)dünyayı kurtaran kahraman yok kavga yok entrika yok kürtaj yok ölüm yok paralel evrenlere gitmek yok sadece hayat var.. 2 saat 41 dakika..bu filmi sinemada değil evde izlemek daha keyifli derim. 








"insanlar her zaman 'anı yakala'  derler. ama ben anın bizi yakaladığına inanıyorum"


22 Şubat 2016 Pazartesi

tatLı paZartesi



güzel bir gün. güzel pazartesi. selam uçak. 

akşam muhabbete gel uçak 


dedikoduya gel


kurduk masayı rakıya gel


ezgi'ye gel..  





20 Şubat 2016 Cumartesi

umberto eco



umberto eco ölmüş....

ibre güzelden çirkine kaymış...




''...öte yandan, erdemlerine rağmen, romanların kusurları da vardır, roberto'nun bunu bilmesi gerekiyordu. nasıl tıp zehirleri de öğretiyorsa, metafizik yersiz inceliklerle dinin dogmalarını sarıyorsa, etik herkesin hoşuna gitmeyen yüceliği öğütlüyorsa, optik aldatıyorsa, müzik aşkları kışkırtıyorsa, geometri haksız egemenliği, matematik cimriliği teşvik ediyorsa... roman sanatı da, kurmacalar sunduğu konusunda bizi uyarmakla birlikte, saçmalık sarayına bir kapı açar, düşüncesizce o kapıdan öteye geçildiğinde kapı üzerinize kapanıverir. '' 

"ıssız bir adaya düşmüş olsam yanıma hangi kitabı alacağımı soranlara şu yanıtı veriyorum:"telefon rehberi; rehberdeki isimlerle sonsuz öyküler yaratabilirim."

hayran olduğum insanlarla bir araya gelmeyi hiç denemedim. onlarla tanışmayı reddediyorum. onlar hakkında kafamda oluşturduğum resmi tahrif etmelerini, yıkmalarını istemem. dolayısıyla görmeyi isteyebileceğim bir tarihi figür de yok. kitaplarında, tablolarında, bestelerinde söylediklerinden fazlasını söyleyebileceklerini de sanmıyorum. söz gelimi bach’la tanışmak için hiçbir gerekçe bulamıyorum. bana bıraktığı eserler benim için kafi. sonuçta bir pop kültür değil bach. ''


"evinize ilk defa gelen, heybetli kütüphanenizi görüp de size, "hepsini okudunuz mu?" diye sormaktan daha iyi bir şey bulamayan birine dostlarımdan biri şöyle cevap verirdi: "daha fazlasını beyefendi, daha fazlasını." kendi adıma, iki cevabım var. ilki: "hayır. bu kitaplar yalnızca önümüzdeki hafta okumam gerekenler. okumuş olduklarım üniversitede." ikinci cevap da şu: "bu kitapların hiçbirini okumadım. yoksa niye tutayım ki?"


"büyük ateistlerin hepsi din adamı yetiştiren okullardan çıkmıştır."


"gülmek korkunuzu yok eder, korkusuzluğunuz da tanrıyı." 

İnsan gereğinden çok konuşarak da, gereğinden çok susarak da günah işleyebilir.     

Bilgelik, putları yıkmak değil, hiç yaratmamaktır...    


İnsan kendine özgü şekilde olağandışı bir yaratıktır. Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı. Ama aynı zamanda hemcinslerine savaş açmaktan, çevresini yok etmek gibi yanılgılara düşmekten bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine aptallığı koyduğunuzda neredeyse dengede kalır.   




Aptal davranışlarında yanılmaz. Mantık yürütmede yanılır. Aptal şöyle der: Bütün köpekler evcil hayvanlardır, bütün köpekler havlar; kediler de evcil hayvanlardır; demek ki onlar da havlar. Ya da, bütün Atinalılar ölümlüdür, bütün Pireliler de ölümlüdür; demek ki bütün Pireliler Atinalıdır. Ki bu, doğrudur. Ama rastlantı olarak. Aptal doğru bir şey söyleyebilir; ama yanlış mantık yürüterek. İnsan yanlış şeyler söyleyebilir; yeter ki doğru mantık yürütsün.   


"İnsanlar Tanrı’ya inanmaktan vazgeçtikleri zaman,

bu artık hiçbir şeye inanmadıkları anlamına gelmez, aksine her şeye inandıkları anlamına gelir."  




cumartesi



bir boktan başka bir boka girerken sürekli çaresiz ama belki mucize olur umudu ile günaydın...

19 Şubat 2016 Cuma

tik tak tik tak



günaydın içimdeki aydınlık. karanlığa inat.

bizim saat hep aynı. sabah kalk. kahve iç. giyin. işe git. ezopumun gülleri eşlik ediyor sabahıma, akşama ruhuma. 














18 Şubat 2016 Perşembe

ah be kırkdokuz nokta kırkyedi




çok üzgünüm..çok üzgünüz. 10 ekim de böyle idi.
 çaresizlik..ölenlerin ardından yaşadığın için utanmak..

neler olup bitiyor farkında mısın?
köşedeki pideci,çarşı içindeki çorapçı, kızılay'daki simitçi,
otoparkçı kibar genç,ud çalan doktor,içli köfte yapan 
mardinli teyze farkında mısın olan bitenin?
ne dolaplar dönüyor farkında mısın ter kokan taksici, çay 
servisi yapan temizlik hastası ayşegül,
hemşire,öğretmen,şarkıcı türkücü gazeteci sen 
anladın mı ne değişti 7 haziran'dan sonra? 

sor çiçeğe o farkında..

bahçelievler'de inci adında siyah beyaz kedi var esnaf 
kedisi tatlı mı tatlı ona sor o anlamış olanı biteni..

kışın bile yok edemediğimiz karınca var ya bizim salonda 
yerde gezinen işte o karınca da  ne için bunlar oluyor 
farkında.. peki ya sen kardeşim? 



dünyanın en tuhaf mahluku

akrep gibisin kardeşim, 
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. 
serçe gibisin kardeşim, 
serçenin telaşı içindesin. 
midye gibisin kardeşim, 
midye gibi kapalı, rahat. 
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. 
bir değil, 
beş değil, 
yüz milyonlarlasın maalesef. 
koyun gibisin kardeşim, 
gocuklu celep kaldırınca sopasını 
sürüye katılıverirsin hemen 
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. 
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, 
hani şu derya içre olup 
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. 
ve bu dünyada, bu zulüm 
senin sayende. 
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer 
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak 
kabahat senin, 
— demeğe de dilim varmıyor ama — 
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! 

1947 nazım hikmet








17 Şubat 2016 Çarşamba

ŞuBaT

nasıl bir hava bu yahu? geçen hafta -8 falan iken 19 derece şu an. balkona örtümü serdim çayımı aldım. ohh miss. 

kedim olsun istiyorum. köpeğim olsun istiyorum. ege ye yerleşmek istiyorum...



 uzun tırnaklı kadın görmek istemiyorum ister ege de ister ankara da.. ama tv de herkes uzun tırnaklı..imdatttt!


çiçeklerim kurumasın istiyorum bu istek için çabalıyorum ama yarısı kurudu işte gitti bitti öldü. sahip olduğumuz her şey yük. çiçek bile. 


sevgili şubat bu sene bana sevildiğimi çok güzel hissettirdin teşekkür ediyorum..daha iyi olamazdın. deli şubat.aramızda kalsın kedim olursa adını şubat koyacağım. hadi yine iyisin iyisin :) 





16 Şubat 2016 Salı

eZgi


çok uzun zaman sonra nerdeyse 4 sene sonra yeniden merhaba diyorum. merhabam "ezgi" ile olsun istiyorum. bana yeniden yazma isteği veren ezgi,ezgim,ezopum..


dün en sevdiklerimle en sevdiğim mekanda 50.doğum günümü kutlarken mezeler bitmiş ara sıcaklar gelecekken bir adam yaklaştı masaya. elindeki çiçekten yüzü görünmüyordu. hayatımda gördüğüm en pastel ama en cıvıl cıvıl güller tam 50 adet. ve bu not;



"Yavaş yavaş ilerlerken zaman,yedi kat eller yakınım olurken, yarım asırdır ayakta duran,renginden ve sevgisinden hiç bir şey kaybetmeyen,sıcacık,ışıltılı huysuz ve tatlı kadın.Dünya sen olmasaydın oldukça saçma ve sıkıcı bir gezegen olurmuş gerçekten. 50 tane gül..Hem rengarenk geçen 50 yaşı kutlamak,hem de en az 50 yıl daha içindeki renklerin bütün güzelliğiyle yakınımda olmanı dilemek için.Seni hayatıma getiren bütün evren yasalarına ve sana kocaman sevgiler.

EZGİ"



 şuna emin olun ki çok duygulanmaktan  ölünse ben ölmüştüm dün. çok mutlu olmaktan ölünse ölmüştüm ben dün. bugün hala ayaklarım havada iken dedim ki yazmalısın  bunu. unutmadan yazmalısın. işte buraya yeniden o yüzden geldim. ezgi sayesinde ezgi için geldim.

ezgi benim ilk ve son ev arkadaşım. sene 1992..ezgi 5.sınıfta. ben 26 yaşında. ezgi ile önce eryaman'da oturduk. daha 3 ay geçmeden ev satıldı ev sahibi çıkın dedi.bizde ezgi'nin okuluna yakın olsun diye kolej den tuttuk evi. tek penceresi tek odası olan minicik bir ev. o minicik evde ezgi ile bir yıl boyunca konserlere gittik kitaplar okuduk filmler izledik  akşam radyoda klasik müzikler dinledik. güldük ağladık sarıldık kenetlendik. kışın çok üşüdük bazen banyo yapmaya annemlere ya da gülcan arkadaşıma gittik. ben nereye ezgi oraya..sonra daisy girdi hayatımıza. bembeyaz bir terrier. şimdi o günleri düşününce neden daha az anı var hafızamda diye üzülüyorum. bir çok şeyi unutmuşum diye neden günlük tutmamışım diye kızıyorum kendime.

canım ezgi sen olmasan hayatım yumurtasız omlet gibi olurdu sanırım. yani olmazdı.

bugün ne düşündüm biliyor musun? seninle 83 de adana'da da 1 yılı beraber geçirdiğimizde yeğenimdin evet ama 92 den o ev arkadaşlığından sonra bitti bence yeğen-teyzelik..seni hep yol arkadaşım olarak gördüm. hiç kimseye anlatamadıklarımı anlattığım sırdaşım. binlerce km uzaktan bile kötü olduğunu ya da hasta olduğunu hissettiğim, kalbimi sıkıştıran ezgi'm benim.

yine bugün sağı solu karıştırdım ve  sana doğum gününde yazdığım şiirimsi bir şey buldum. onunla  "merhaba" madem sevgili nar. sevgili blog.


ezop'a



biliyorum ki öğrenmeye hep aç olacaksın,
biliyorum ki ince ruhunla hep estetik hep zarif olanı seçeceksin
parlaklığı hiç gitmeyen o koca iyimser gözlerinle kimseye hain bakmayacaksın
yine biliyorum ki ne yaşarsan yaşa enerjin hayattan hep bir fazla olacak
korkusuz o kocaman yüreğin ne yaşarsa yaşasın hiç vicdanını rahatsız etmeyecek
şirin sesin muhteşem ten rengin ve tarzınla hep göze batacaksın biliyorum
sana baktığımda bazen mesela bana doğru yürürken sen
gözlerim doluyor engel olamıyorum
bir anne gibi hep sıcacık kal istiyorum 
yine anne gibi seni tüm kötülüklerden korumak istiyorum
hasta olacaksın diye aklım çıkıyor
ya da kaza belayı aklıma bile getirmek istemiyorum
ezopum benim.
hayatımın tek şahidi güzel ezopum
hep mutlu olmanı hep iyi olanla karşılaşmanı 
ve birde şans diliyorum..
çok klasik belki ama 
iyi ki diyorum" iyi ki doğmuşsun"
ve iyi ki kendini bu kadar güzel var ettin 
seninle gurur duyuyorum.

17 temmuz 2011